Ev hanımlığı, bir kadının ev işlerini ve aile bireylerinin özel ihtiyaçlarını karşılamayı tam zamanlı yapmasıdır. Ev hanımlığı aile kurumunun var olmasına ve çocuk yetiştirerek topluma birey kazandırmaya katkıda bulunur. Bu sosyal rolün ne yazık ki tatili yoktur, emekliliği yoktur.
Ev hanımlarına çalışmıyorsun evdesin diyorlar. Ev hanımları da kendileri için “ben çalışmıyorum” diyor. Profesyonel olarak iş hayatında, kapitalist sistemin çarkının dişlileri arasında olmayabilirler ancak ıskalanmaması gereken bir sosyal gerçeklik var ki o da üretiyor oldukları realitesi. Ailede, edinilen gelirin ve harcamaların planının yapıldığı, finansal kaygının güdüldüğü, ekonomik yatırım yapma çabasının olduğu bir yerde kadın, ev işleri yaparak aile bütçesine katkıda bulunuyor. Güncel verilere göre, ev hanımı ev işleriyle ilgilenmeseydi, aile, bir ev hizmet elemanı ile çalışsaydı en düşük 20.600 TL en yüksek 65.000 TL ödemek zorunda kalacaktı. Kadın, ev işlerinin sorumluluğunu alarak aile bütçesine dolaylı değil doğrudan katkıda bulunuyor. Tabi bir de kadınlara çocuk bakımı, topluma birey yetiştirme sorumluluğu yükleniyor. İstediğiniz kadar kadın emeğini ve kadının tüm varlığını ailesine adamasını görmezden gelin, orda tam karşıda duruyor! Bu bir sosyal gerçeklik (Ev hanımı olup sorumsuz davranan kadınları değerlendirme dışı bıraktım.)
Ev hanımlarının en çok dert yandığı konulardan biri de ailedeki diğer bireyler tarafından hizmetçi gibi görülmeleri ve aileye olan katkılarının görmezden gelinmesi. Hizmetçi gibi kullanılıyorum, hiç saygı görmüyorum serzenişiyle uyumadan önce ağlayan ev hanımları biliyorum. Elbette şahıslardan bahsederek kişisel veri ihlali yapamam. Neyse, hizmetçilik kavramının çok olumsuz bir sosyal algısı ve bireye kendi öz değerini sorgulatacak psikolojik sancı etkisi var. Hem eş hem de çocuklar kişisel ihtiyaçlarının anne tarafından karşılanmasına o kadar alışmışlar ki ve bunu öyle katı sosyal bir norm haline getirmişler ki, kadın isyan ettiğinde kadını sorumsuzlukla suçlama cüreti gösterebiliyorlar. Kadın, aile bireylerinin kişisel ihtiyaçlarını karşılarken kendi alanının sınırlarını çizemez hale geliyor ve bu toplumda fedakârlık, cefa kârlık güzellemesiyle geçiştiriliyor. Kadın aile içinde kişisel alan yaratamayıp psikolojik ve sosyal sınır çizemiyor, sürekli sınır ihlali yaşıyor. Yapılan sınır ihlalinin de ne ailede ne toplumda bir sosyal yaptırımı olmuyor. Bu, kadının, annenin, ev hanımının kişilik haklarına bir saldırı ve toplumda görünürlüğünü azaltan bir durumdur. Görünürlüğünü azaltan ile kastım belki de hayalet kişiliğe dönüşmesine sebep olması. Kendi ev hanımlığı tecrübesinde anlattıklarımın yerinin olmadığını düşünenleri tüm söylediklerimden tenzih ederim. Değerlendirmelerim toplum nüfusunun çoğunluğuna ve Türk toplumunda ev hanımı olmaya yöneliktir. Elbette küresel olarak değerlendirmelerin ortak noktaları olabilir ancak her toplumda ayrı ayrı incelenmelidir. Ortaya atmış olduğum hipotezler henüz bilimsel veri niteliği taşımamaktadır.
Tam yazıya ara verip uyumaya gitmişken yan odadaki çalışma masama geri döndüm. Hem dışarda iş hayatı olan hem de evde ev hanımlığı yapan kadınların sosyolojik durumunu değerlendirmek istedim. Ataerkil toplum yapısından iş hayatında üreten, para kazanan, finans geliri elde eden kadın da nasibini aldı. Evliliği ya da romantik ilişkisini birlikte yürüttüğü erkeğe iş bölümü kavramını anlatamıyor kadın. Para kazanma sorumluluğu paylaşılıyorken ev işleri ve evin çekip çevrilmesi işi ortak paylaşılmıyor. Erkek iş bölümünden kaçıyor çünkü ataerkil toplumdan yüz buluyor. (Aile içi iş bölümünü deneyimleyen kadınları bu söylediklerimin dışında tutuyorum.)
Kadına patriarkal şiddet uygulanıyor. Kadın her yere yetişebilmek için nerdeyse kendine yabancılaşmaya başlıyor. Modern toplum zaten bireyi kendine yabancılaştırır Erich Fromm’a göre, bir de kadın maruz kaldığı patriarkal şiddetten ötürü daha derin yabancılaşma yaşıyor erkeğe göre. Kadın kendi duygularını, var oluşunu, özsaygı ve öz değerini anlamakta güçlük çekmeye başlıyor. Boşluk ve anlamsızlık (çünkü kadın neden ben sorusuna cevap bulamaz) kadını nevrotik ruhsal hastalıklara yakalanmaya kadar götürebilir. Kadın maruz kaldığı sosyal dayatmaya (sen kadınsın yapacaksın!) ruhsal savunma sistemiyle karşılık verebilir. Çoğu kadın depresyon geçirdiğinin bile farkında değildir. Hatta depresyonuyla ilgilenecek zamanı yoktur çünkü etrafındaki herkes ondan bir şeyler beklemektedir ve kadın bu beklentileri karşılamak için çırpınacaktır. Herbert Freudenberger 1974 yılında ilk kez tükenmişlik sendromu ifadesini iş hayatındaki aşırı çalışmaya bağlı fiziksel ve zihinsel yorgunluk olarak ifade etse de, günümüzde tükenmişlik sendromunu hayatın her alanında deneyimliyoruz. Yazı özelinde ifade etmeliyim ki ev hanımlarında tükenmişlik sendromu gözlemlenebilir. Sürekli yorgunluk ve bitkinlik, umutsuzluk ve çaresizlik hissi, sinirlilik ve huzursuzluk, konsantrasyon bozukluğu, unutkanlık vb. gibi durumlar söz konusu olabilir. Elbette ev hanımlığı yapan her kadının psişik sistemi ruhsal hastalık üretmek zorunda değil. Her ev hanımı illa ruhsal hastalık yaşar demek, bu hipotezi ortaya atan sosyoloğun bilimsel hezeyanlarından şüphe duyulmasını gerektiği anlamına gelebilir. Ayrıca aile yaşantısında ataerkilliği deneyimlemeyen, eşiyle iş bölümü yaşayan, ailede eşit varoluş hakkında sahip olan kadınlar da var.
1960’lar 1970’lerde feminist hareketler kadınların ev hanımlığı sosyal rolünden öteye geçme hakkını, toplumsal özgürlük olgusunun algısı gereği kadınların özgürleşme taleplerini savundu. Günümüzde kadın yalnızca ev hanımlığı sosyal rolüne hapsedilmese de, iş hayatında kariyer sahibi olma deneyimini yaşasa da, toplum genelinde eşit iş bölümü yaşama şansını henüz bulamamıştır.